"1951'in 15 Ağustos'u, Pont-Saint-Esprit kasabası sakinleri
için sıradan başlamıştı. Çarşamba sabahı insanlar işe
gitmek için evlerinden çıkmış, yaz tatilinin tadını çıkaran
çocuklar Rhone nehrinde oyuna dalma acelesiyle kahvaltılarını
ediyorlardı. Postacı Leon Armunier de, mektupları öğlene kadar
dağıtmanın peşindeydi. Böylelikle işten bir iki saat kaçamak
yapabilirdi. Hatta belki hasta numarası yapardı da bu bunaltıcı
Ağustos gününü çalışarak geçirmek zorunda kalmazdı. Aniden
midesine bir kramp girdi. Bisikletteydi, daha sonra o anı "sanki
yılanlar iç organlarımı sıkıyor gibiydi" diye anlatacaktı.
Yılan fikrini kafasından atamıyordu. Bisikletten düştüğünde
yılanların kollarını sardığına ve alevler içinde olduğuna
emindi. Kıvranarak çığlık atıyordu. Deli gömleği
giydirildiğinde, hastane odasında üç kişi daha vardı. Çığlıklar
atıyorlar, pencereden atlamaya çalışıyorlardı.
İzleyen 12 günde kasabada yaşananlar gerilim filmlerini
aratmadı. Yılanların iç organlarını ve belinden aşağısını
yavaş yavaş yediğine inanan, uçak olduğunu iddia edip uçmaya
kalkan, 'kalbim kaçıyor, ne olur yerine takın' diye doktora koşan,
ejderha gören, babaanesini bıçaklamaya kalkan çocuk-büyük
onlarca kişi, sanki toplu bir histeriye kapılmıştı.
Bu öyküye kısa bir ara...
"2015'in 7 Ocak'ı Parizyenler için sıradan başlamıştı.
Çarşamba sabahı insanlar Paris trafiğinde işlerine gitmeye
çalışıyor, çocuklar kar yağmadığı için Türkiye'deki
yaşıtları gibi tatil yapamıyordu. Ülkenin belki de dünyanın en
ünlü karikatür dergisinde haftalık editoryal toplantı
başlamıştı. Saat 11.30'da Nicolas-Appert sokağında maskeli iki
saldırgan, ofisin bulunduğu binaya girdi. Önce, bina görevlisini
öldürdüler, sonra kata çıkıp10 kişiyi daha. Ve kaçarken de
bir polisi. 8 Ocak'ta Paris'in bir başka noktasında bir polis daha
öldürüldü, 9 Ocak'ta bir Yahudi süpermarketinde 19 kişi rehin
alındı, operasyon düzenlendi, rehinelerden dördü hayatını
kaybetti. Saldırılar birbiriyle bağlantılıydı ve saldırganlar
İslam adına hareket ettiklerini savunuyordu. Öyle ya Charlie Hebdo
İslam'a hakaret eden karikatürler yayınlıyordu.
İzleyen günlerde (bu yazı yayınladığında üç haftayı
geçecek) öfke Avrupa'da dalga dalga yayıldı. Saldırıdan sonra
bir hafta içinde sadece Fransa'da İslam karşıtı en az 50 olay
kayda geçti. Camilere saldırı, binaların ateşe verilmesi,
Müslümanlara hakaret, duvar yazıları... Ülke genelinde üç
milyona yakın kişi kurbanları anmak ve ifade özgürlüğü için
meydanlara çıktı. Ama diğer yanda mesela Almanya'da İslam
karşıtı 25 bin kişi yürüdü."
Şimdi başa dönelim. Kısa öykü yazıyor olsaydım, “gerçek
olaylardan esinlenmiştir” demem gerekirdi. Gerçekten de 15
Ağustos 1951'de yüzlerce kişi halüsinasyon görmeye başladı.
4500 nüfuslu kasabada, gerçeklikten kopan beş kişi öldü,
onlarcası yaralandı, onlarcası da akıl hastanesine
kapatıldı.Uzmanlar, Lanetli Ekmek olarak adlandırılan olayı,
kasabanın fırınına bağladı. Bu açıklamaya göre ekmeklerde
çavdar mahmuzu yani halüsinojen bir mantar çeşidi vardı. Bu
mantar insanları deliliğin sınırlarında dolaştırmıştı.
Yakın zamanda ortaya atılan iddia ise bu öyküyü polisiye bir
roman haline getirebilecek cinsten. Zira Amerikalı bir gazeteci, bu
gizemli olayda CIA'in parmağı olduğuna işaret eden kanıtlara
ulaştı. Gazeteci Hank Albarelli'ye göre Soğuk Savaş döneminde
zihin kontrol deneyleri yapan Amerikan hükümeti, bu ufak Fransız
kasabasını bir nevi zehirlemişti. Gıdalarına LSD denen (yine
çavdar küfünden üretilen) bir madde karıştırdı. LSD'yi o
yıllarda tek bir şirket üretiyordu ve İsviçre'deki Sandoz
fabrikası, kasabaya uzak sayılmazdı.
Bu kanıtlar hala soruşturulmuş değil. Aradan geçen zaman 64
yıl. Dünya üzerinde deliliğin eşiğine gelmemiş bir kıta
kalmadı. Türkiye'nin ve Ortadoğu'nun delirttiği yetmiyormuş gibi
Avrupa da katıldı 'kafa'mızla oynamaya. Okuduğum Türk ve yabancı
köşe yazarları “bu daha başlangıç” diyor.
Gözlerimi kapıyorum. Tüm bu olan bitenin halüsinasyon olmasını
diliyorum. Birileri ekmeğimizi, suyumuzu lanetlemiş olsun. Ya da
havaya karışan bir koku*nun tesiri altında olalım, o kokuyu yok
etmeyi başaralım.
Charlie Hebdo saldırısının haftasında amcamı yitirdim. Vefat
mevlidi okundu. Okuyan hoca sonrasında Türkçe meal verdi. “Burası
yalan dünya” dedi, “Uykudayız bu dünyada. Ölünce uyanacağız.
O yüzden bu dünya geçici.”
Uyanalım o zaman . Uyanalım ki geçsin her şey. Geçsin.
* 1985'te Alman yazar Patrick Süskind'inromanı "Das Parfum"
raflarda yerini alır. 1987'de Türkçe'ye “Koku” adıyla
çevrilen roman, 18. yüzyıl Paris'inde koku duyusu çok gelişmiş
ama kendi kokusu olmayan Jean-Baptiste Grenouille'in işlediği
cinayetleri anlatır. Amacı ten kokularını birleştirerek nihai
kokuya ulaşmaktır ama ulaştığı şey toplu bir histeri krizidir.
(Bu krizin ayrıntılarını yazmak, kitabı okumayanlara haksızlık
olur elbette.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder