20 Eylül 2015 Pazar

Pazar Pazar neye üzülüyorum biliyor musunuz?

Kaş - 20 Eylül 2015 

Pazar sabahları tüm ev ahalisi uyurken televizyon başında çizgi film izlediğimiz zamanlar çok geride. Ekranlar artık farklı. Cumartesi'nin yorgunluğuyla öğlene sarkan uykulardan cep telefonu ekranıyla çıkıyor, dizüstü bilgisayarlarımızla devam ediyoruz.

Önce Facebook'un tarihte bugün bildirimini inceleyip, "Vay arkadaş ne ahkamlar kesmişim geçen yıllarda, ne güzel yaşamışım, bu yaşadıklarım geri gelmeyecek" hayıflanmaları, araya bir instagrama 'layk'lamaları sıkıştırma, sonrasında kedicik-köpecik-keçicik videoları seyretme... Bu şekilde uyandıktan sonra sıra Twitter'da gündem üzerinden siyasilere sallama bölümüne geçebiliriz. 

Ama Pazar Pazar esas neye üzülüyorum biliyor musunuz?  

Ege kıyılarında ve TEM Edirne-Kapıkule yollarında medyamızın en sevdiği tabirle "umut yolculuğu"na çıkanların videolarının da bu sabah ritüeline katılmış olmasına. 

Güne "ah ah vah vah, görüyor musun kedisini-köpeğini-kuşunu da yanına almış o yolculukta" diyen insanlar var etrafımda. Gerçekten! Hemen yan masamdalar. Kahvaltılarını ederken kurcalıyorlar telefonlarını.  

Yunanistan'ın Meis adası sadece 25 dakika uzaklıkta. Ama burası 'mülteciden kurtarılmış bölge' Mülteci akını yok ama 'ünlü akını' var burada mesela. Yolları kötü çünkü. Magazinciler zahmet edip de buralara kadar gelmiyor. Muhbir komşuculuk oynamak daha revaçta.  

Yan masadakilerin "ah vah" seansı sona erdi. Kalkıp sağlam bir tekneyle koyları gezeceklermiş bugün.Doğrudur, hayat devam ediyor. Kimseye Alan Kurdi karaya vurdu diye denize girmeyecek değil. Sinirlenmiyorum ama üzülüyorum işte. Üzüntümü paylaşmak istiyorum ve bunu sadece 140 karakter ile yapmak istemiyorum. 

Üzülmek dışında bir şey yapıyor muyum peki? İtiraf edeyim, Alan'dan sonra gelen tüm mihmandarlık ve haber prodüktörlüğü işlerini geri çevirdim. Bir zamanlar işim olan şey, yabancı haber kanalları ve ajanslarının yerel işlerini yapmaktı. Türkiye’de ne zaman boktan bir şey uluslararası yankı bulsa, yabancı basın buraya üşüşür. Bize de iş çıkar. Bu sefer üzüntümü iş olarak görmek istemedim. Mültecilerden röportaj koparmaya çalışırken, acının fotoğraflarını sosyal medyada paylaşmak istemedim. Elbette tüm bunlar yapılmak zorunda, bunu en iyi şekilde yapan meslektaşlarım da var.  

Şimdilik o sürüde olmak istemiyorum.  

Geçen hafta Meis'te Suriyeli bir çocukla tanıştım. 11 yaşında. Benden iyi İngilizce konuşuyor. Ada ufacık zaten, herkesin sevgilisi olmuş. Ailesinin durumu iyi olduğu için birinci sınıftan almışlar mülteci biletlerini. Sohbet ederken o kelimeyi kullanmaktan çekiniyorum. 'Mülteci' Eminim o da biliyordur anlamını ama daha çok tatile çıkmış havasında konuşmayı tercih ediyor. Film izlemeyi ve video çekmeyi seviyormuş.  

"Tahmin et bakalım büyüdüğümde ne olacağım?" diye soruyor. "Gazeteci mi?" diyorum. "Hayır" diyor. "Jim Carrey." En son haberleştiğimizde Atina'ya geçmişlerdi. 

Hayatın zorluklarının sertleştirmeyeceği bir yetişkin olmasını umuyorum. Hayata inat gülümseyecek olan... Onun yerine biz üzülelim. Hakkıyla ama...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder